Cumartesi, Kasım 12, 2011

Theodor ADORNO - Minima Moralia (73-77)

Lehçe baskı kapağı

73
Sapma. — İşçi hareketinin yozlaşması, mensuplarının resmi iyimserliğiyle de kanıtlanıyor. Kapitalist dünya pekiştikçe daha da artar görünen bir iyimserlik bu. Hareketin kuruculan hiçbir zaman başarıyı çantada keklik saymamış ve bu yüzden de işçi örgütlerine hep karamsar sözler söylemişlerdi. Oysa bugün, düşmanın o dönemle kıyaslanmayacak kadar güçlü olduğu ve kitlelerin bilinci üzerinde çok daha sıkı bir denetim kurduğu bir ortamda, bu bilince onay vermeyi reddetmekle onu radikal bir dönüşe uğratmaya yönelen her çaba gericilik sayılıyor. Kapitalizmin eleştirisini proletaryanın eleştirisiyle birleştiren herkese kuşkuyla bakılıyor - hem de proletaryanın sadece kapitalist gelişme eğilimlerinin bir yansımasına dönüşmesinin gittikçe hız kazandığı birdönemde. Düşüncenin negatiföğesi sınıf hudutlarını aştığı anda kaşlar çatılmakta. Kayzer Wilhelm'in "Yeremya'ları1 hoşgörmem" şiarı, ezmek istediklerinin saflarına da sızmıştır. Örneğin Alman işçilerinin herhangi bir kendiliğinden direniş göstermediklerini belirtmeye yeltenen kişiler, o günlerde yaşamın böyle yargılara fırsat vermeyecek kadar oynak ve akışkan olduğu yanıtıyla karşılaşıyordu; o sırada tam orada, hava savaşının zavallı Alman kurbanları -kendilerine yönelmediği sürece bombardımanlara pek ses çıkarmayan kurbanlardı bunlar- arasında yer almayan kişinin ağzını açmaya hakkı yoktu ve zaten Romanya ve Yugoslavya'da tarım reformları başlamak üzereydi. Ama toplumsal kıyametten kaçınılabileceği beklentisinin rasyonelliği ne kadar azalırsa, onlar da eski duaları o kadar ciddiyetle yineliyorlar: Kitleler, dayanışma, Parti, sınıf mücadelesi. Siyasal iktisadın eleştirisindeki tek bir düşünceye bile sol platform içinde artık güçlü bir inanç duyulmadığı halde; gazeteleri her türlü revizyonizmi geride bırakan ama hiçbir şey de ifade etmeyen ve ertesi gün keyfi olarak değiştirilebilen tezlerle dolup taştığı halde, teoriyi berhava etmiş sloganlara karşı en ufak bir saygısızlık sözkonusu olduğunda, Parti Çizgisinin sadık bekçilerinin kulaklan hemen bir müzisyen duyarlılığı kazanıvermektedir. Bu avanti popolo [haydi halkım, ileri!] iyimserliği, uluslararası yurtseverlikte çok uygun bir yol arkadaşı da bulmuştur kendine. Sadık taraftar, hangisine olursa olsun mutlaka bir halka mensup olmalıdır. Ama insanlar arasında sözümona bir kader ortaklığını eylemin otorite kaynağı olarak alan bu dogmatik "halk" kavramında, doğanın zorundan kurtulmuş bir toplum düşüncesi de örtük olarak yadsınıyordur.

Bu azgın iyimserlik bile daha onurlu bir geçmişi olan bir motifin saptırılmasıdır: Beklemeyi reddetmek. Teknolojinin imkanlarına duyulan güven, insanların değişmeyi çok yakın ve elle tutulur bir olasılık olarak görmesine yol açmıştı. Uzun zaman aralıklarını, önlem almayı, kamuyu aydınlatma çalışmalarını içeren anlayışların hedefi saptıracağından kuşkulanılıyordu. Ölümü hiçe saymak anlamına gelen iyimserlik özerk bir istenci dile getiriyordu o dönemde. Bundan sadece bir dış kabuk kalmıştır geriye: Örgütün gücüne ve büyüklüğüne sırf örgüt olduğu için inanç duyuluyordur - bireysel eylem istencini tümüyle dışarda bırakan bir inanç. Kendiliğindenliğin artık mümkün olmadığına ama Kızıl Ordunun sonunda mutlaka kazanacağına ilişkin çok yıkıcı bir düşüncede bu örgüt tapıncının zorunlu bir parçasıdır. Her şeyin iyiye gideceğine inanma yükümlülüğü, buna inanmayanların da bozguncu ve kaçak olarak damgalanmasını getirmektedir. Masalda, gölün derinliklerinden gelen kurbağa büyük sevinçlerin muştucusuydu. Bugün, tıpkı Deccal'in kurtarıcıya benzemesi gibi ütopyadan vazgeçilmesinin de onun gerçekleştirilmesine benzediği bir dönemde, bataklığın sakinleri bir küfür olarak kullanmaktadırlar kurbağa sözcüğünü. Solun iyimserliği, şeytandan söz etmeyip her şeyin iyi yanını görmeyi öneren o acınası burjuva hurafesinin bir tekrarıdır. "Beyefendi dünyayı beğenmiyorlar mı? Öyleyse gidip başka bir dünya bulsun kendine" - sosyalist gerçekçiliğin popüler konuşma tarzı budur. 

74
Mamut.
Birkaç yıl önce Amerikan gazeteleri Utah eyaletinde iyi korunmuş bir dinozoron bulunduğunu duyurmuşlardı. Bu dinozorun kendi türünün tükenişinden çok sonra yaşadığı ve bilinen örneklerden milyonlarca yıl daha genç olduğu vurgulanıyordu. Bu tür haberler, tıpkı King Kong filmi ve Loch Ness Canavarının yarattığı o iğrenç kitlesel heyecan gibi, topyekun Devlet canavarının dışa yansıtılmış kolektif imgeleridir. İnsanlar, onun dehşetine hazırlanmak için azman imgelerle haşır neşir oluyorlar. Teslim bayrağını çekmiş insanlık, bu tür imgeleri budalaca bir kolaylıkla kabul ederken, her türlü deneyimi reddeden şeyi yine de deneyime sığdırmaya çabalıyor umutsuzca. Ama hala yaşayan veya soyu ancak birkaç milyon yıl önce tükenmiş tarihöncesi hayvanların hayal edilmesi sadece bu çabalarla açıklanamaz. En eskiyi şimdide bulma umudu, hayvan doğasının, -insana rağmen değilse bile- insandan gördüğü kötülüğe rağmen varkalabileceği ve daha iyi bir türün, sonunda yaşamın vaadini yerine getiren bir türün doğumuna yol açabileceği umudunun da ifadesidir. Hayvanat bahçeleri de aynı umuttan kaynaklanır. Nuh'un Gemisi düzenine göre kurulmuşlardır, çünkü ortaya çıkışlarından beri burjuva sınıfı tufanı beklemektedir. Hayvanat bahçelerinin eğlence ve eğitim amacıyla kullanılması asıl gerekçe olamaz. Türün tamamını yok eden felakete meydan okuyabilmiş o tek hayvanın veya çiftin alegorileridir bunlar. Büyük Avrupa kentlerinin aşırı zengin hayvanat bahçelerinin birer yozlaşma belirtisi gibi durmasının nedeni de budur: İki fılden, iki zürafadan veya bir suaygırından fazlası hayra alamet değildir. Hagenbeck'in1 planı da çok işe yarayacak gibi görünüyor: Hayvanları kafes yerine hendeklerle çevreleyen bu yeni düzen, ancak Ağrı Dağının vaat edebileceği kurtuluşun bir benzeşini yapmakla, Gemi'nin ilkesine ihanet etmektedir. Bütün bu yeni bahçeler, açık alan özlemini tutuşturan sınır çizgilerini görünmez kıldıklan ölçüde hayvanların özgürlüğünü daha da kesin biçimde yadsıyorlar. Haysiyetli hayvanat bahçeleriyle bunlar arasındaki ilişki, botanik bahçeleriyle palmiye korutuklan arasındaki ilişkidir. Doğa, uygarlık tarafından ne kadar katışıksız biçimde korunur ve taşınırsa, o kadar tahakküm altına girmiş olur. Şimdi hep daha geniş doğal birimler kurmayı ve avucumuzun içinde el değmemiş gibi korumayı başarıyoruz; oysa eskiden, tek tek örneklerin seçilmesi ve ehlileştirilmesi doğayla başa çıkma çabasında hala karşılaştığımız güçlüğe tanıklık ediyordu. Kafesinin içinde boyuna dönenip duran kaplan, yaşadığı şaşkınlık ve öfkeyle, insanlığın da bir imgesini negatif biçimde geriye yansıtır; ama üzerinden atlanamayacak kadar geniş bir hendeğin ardında keyifle dolaşanda bulamayız bu imgeyi. Brehm'in Hayvan Yaşamı'mn antika güzelliği, hayvanlan demir parmaklıkların berisinden görülmüş halleriyle betimlemesinden ve en çok da bu betimlemeyi muhayyelesi biraz fazla zengin kaşiflerin vahşi yaşam konusundaki raporlarıyla karşı karşıya getirmesinden kaynaklanır. Ama hayvanların kafeste açık alana göre sahiden daha büyük acı çektikleri ve Hagenbeck'in insanlıkta bir ileri adımı temsil ettiği gerçeği, hapsedilmenin kaçınılmazlığına da bir ışık düşürür. Tarihin sonuçlarından biridir bu. Geleneksel hayvanat bahçeleri, dokuzuncu yüzyılın sömürgeci emperyalizminin ürünüdür. Afrika Orta Asya'da vahşi alanların açılmasıyla zenginleştiler bu bahçe: Sömürgeler simgesel haraçlarını hayvan biçiminde ödüyorlardı. Egzotikliğiyle, ulaşılmazlığıyla ölçülüyordu haracın değeri. Teknololin gelişmesi buna son verdi ve egzotik kavramını geçersiz kıldı. Çiftlikte doğan ve yetiçtirilen aslan da çoktandır doğum kontrolü uygulanan at kadar evcildir şimdi. Ama beklenen barış binyılı hala gelmiş değil. Ancak uygarlığın kendi akıldışılığının içinde, duvarları, kaleleri ve kafesleriyle hayvanat bahçelerinin sadece bir eklenti oluşrduğu kentlerin dehlizlerinde ve kuytu köşelerinde korunabilir doğa. Rasyonelleşen kültür doğaya kapılarını açmakla onu büsbütün kendine benzetiyor ve aradaki farkla birlikte kültürün ilkesini; barış olasılığını da ortadan kaldırıyordur.

75
Soğuk konukseverlik
. — Schubert'in kırıkdüşler romantizmi, merkezinde "bütün düşlerimi ardımda bıraktım" cümlesinin bulunduğu dizide, karanlık bir önseziyle, otel sözünü sadece mezarlık için geçerli bir kavram haline getirir. Aylak yaşamın fata morgana'sı [serap] rigor mortis'in [ölüm kasılması] pençesine düşmüştür. Konuklar da otel sahibi de efsunlanmış gibidir. Konukların acelesi vardır. Paltolarını kollarından bırakmak istemiyorlardır. Bir ucuna rahatsızca iliştikleri sandalyelerde, uzatılan faturaların ve arkalarında biriken insan uyruğunun manevi basıncıyla, sanki alay edercesine hala cafe olarak anılan mekanı hızla terk etmek zorunda kalıyorlardır. Ama otel sahibi de, bütün çalışanlarla birlikte, aslında kendisi değildir; o da sadece bir alışandır. Otelin düşüşü, hanla genelevin kadim birliğinin çözülmesiyle başlamış olabilir; bu ayrışmanın sonucu olan nostalji cömertçe sergilenen garson kızlara ve oda hizmetçilerinin cilveli jestlerine yönelen her bakışta bugün de yansıyordur. Ama vaktiyle dolaşım alanınaki mesleklerin en onurlusu sayılan hancılık sanatının şimdi her tülü ikizanlamlılıktan -örneğin "ilişki" sözcüğünün içerdiği türden belirsizliklerden arındırılmış olmasıyla durum daha da vahimleşmiştir.

Araçlar. adım adım ve hep makul nedenlerle, amaçları tahrip etmektedir. İşbölümü, otomatikleştirilmiş kolaylıklar sistemi, ortada müşterinin rahatıyla ilgilenen hiç kimsenin kalmamasına yol açmıştır. Kimse müşterinin yüzündeki ifadeden onun ne isteyebileceğini çıkaramıyordur, çünkü artık garson da mönüyü bilmemektedir; birtakım önerilerde bulunacak olduğunda da haddini aştığı için azarlanma olasılığına hazırlıklı olmak zorundadır. Eğer ondan sorumlu olan kişi o anda meşgulse, müşterinin yardımına koşan kimse de yoktur: Kuruma gösterilen özen -ki doruğuna hapishanelerde çıkar- özneye gösterilen özenden önce gelir: Tıpkı klinikteki gibi, nesne olarak görülür özne. Odaların bomboş kabuğu olarak otelle "Restaurant" arasında büyük husumet uçurumlarının bulunması da bu sürecin doğal sonuçlarından biridir, tıpkı yemek saatlerinin sınırlanması ve o katlanılmaz "oda servisi" gibi. Bütün hepsinden kurtulmak için kendimizi attığımız köhne lokantada ekmeği, sahanda yumurtayı ve ince dilimlenmiş salamı yüzümüze bile bakmadan önümüze sürüveren garsondaysa sığınabileceğimiz son anlayışlı hancıyı buluruz. Ama otelde bütün öngörülmemiş sorular resepsiyonistin sinirli bir baş hareketiyle başka bir masaya havale edilir, o masa da çoğu zaman boştur. Bütün bunlar bir laudatio temporis actî'nın [geçmiş zaman övücüsü] şirretçe yakınmaları mıdır? Bunu kabul edemem. Tuvalete gitmek için koridora çıkmak zorunda olduğunu bile bile, sırf sabahın köründe merkezi ısıtmanın o şaşmaz sesiyle uyandırılmamak uğruna, Prag'daki "Blauen Stem" veya Salzburg'daki "Österreichischen Hof' otellerini kim tercih etmez ki! Dolaysız fiziksel varoluş alanına ne kadar yaklaşılırsa, ilerleme de o kadar tartışmalı hale gelir; sonunda elimize geçen, fetişleşmiş üretimin Pyrrhos zaferidir. Bazen bu ilerleme kendini bile dehşete düşürür ve hesaplamanın ayrıştırdığı emek işlevlerini sırf simgesel düzeyde olsa bile yeniden birleştirmeye çabalar. Bu da hostes gibi fıgürlerin belirmesine yol açar: Sentetik bir hancı kadın. Gerçekte hiçbir iş yapmıyordur, birbirinden koparılmış o soğuk hizmet ve kolaylıkları bir arada tutma yetkisi yoktur, sadece içi boş "hoşgeldin" jestleriyle ve tabii personelin gözetimiyle yükümlüdür. Ama görünüşü de tıpkı gerçeği gibidir: Şirinliğinin gerisindeki huysuzluğu sezilen, gençliğini ne pahasına olursa olsun korumak için kendini yoran, vaktinden önce solmuş ince ve dimdik bir kadın. Asıl işlevi, içeri giren konuğun işlemden geçirileceği masayı bile kendisinin seçmemesini sağlamaktır. Hostesin nezaketi, bar fedaisinin onurunun öbür yüzüdür.

76
Gala yemeği
. — Bugün ilerleme ve gerilemenin nasıl da birbirine dolanmış olduğunu gösteren şeylerden biri de teknik imkanlar kavramıdır. Mekanik yeniden-üretim süreçleri, yeniden-ürettikleri şeyden bağımsız olarak gelişmiş ve sonunda özerkleşmiştir. İlerici sayılmaktadırlar, onlarla ilişkisi olmayan her şey de gerici ve antika. Bir süpermakine bir kez bile kullanılmadığı anda hemen kötü yatırıma dönüşme riskiyle yüklü olduğu ölçüde bu tür inançların yayılması için daha da büyük çaba harcanır. Ama gelişmelerine yol açan etken, liberalizm döneminde malları "satışa hazırlamak" denen ama aynı zamanda malların dışında kalan bir aygıt olarak onları kendi ağırlığı altında ezen şeyle ilişkili olduğu için, ihtiyaçların bu aygıta uyarlanması da nesnel olarak haklı talebin ölümüyle sonuçlanır. Günün en yeni işlemini büyülenmiş gibi tüketme arzusu, sadece işlemin aktardığı şeyin kendisine karşı bir aldırışsızlığa yol açmakla kalmayıp hesaplanmış eblehliğe de ivme veriyordur. Eski bayağılığı hep yeni tariflerle haute nouveaute [yüksek yenilik] olarak sürdürmenin yoludur bu. Teknik ilerlemenin bir uzantısı da, dar kafalı bir kararlılıkla, revaçta olmayan hiçbir şey satın almama ve ne pahasına olursa olsun üretim sürecinin gerisinde kalmama inadıdır - ürünün amacı ve niteliği önemsizdir. Başkalarından geri kalmama ve bütün kuyruklara girme telaşı, eskinin bir ölçüde rasyonel de sayılabilecek ihtiyaçlarının yerini almaktadır. Üç aydır gösterimde olan bir filme duyulan nefret, radikal ve aşırı modern bir besteye duyulandan az değildir şimdi: En son fılm, öncekinden hiç farklı olmadığı halde, ona karşı amansızca savunulacaktır. Kitle toplumunun müşterileri, hep birden sahnede olma zorunluluğunu duyduklan kadar, hiçbir şeyi de dışarda bırakamıyorlardır. On dokuzuncu yüzyılın sanat erbabı beyefendisi, kısmen de hiçbir gösterinin yemek saatlerinden çalmasına izin veremeyeceği gibi barbarca bir nedenle, operanın ancak ilk perdesini izlerdi; şimdiyse, yemeğe kaçma imkanının ortadan kaldığı bir ortamda, barbarizm öyle bir noktaya ulaşmıştır ki, kültüre doyması artık mümkün değildir. Her program sonuna dek dinlenecek, bütün çok-satarlar okunacak, her film daha Odeon galasında izlenecektir. Ayrımsızca tüketilen metaların bolluğu büsbütün zararlı ve yıkıcı bir boyuta ulaşmıştır bugün. Kişinin kendi yolunu bulmasını imkansızlaştırmaktadır; ve tıpkı devasa bir markette kendine kılavuz arayan adam gibi, mallar arasına sıkışmış nüfus da liderini beklemektedir.

77
Açık artırma
. — Gemi azıya almış teknoloji lüksü tasfıye ediyor; ama imtiyazı bir insan hakkına dönüştürerek değil de, bir yandan genel yaşam düzeyini yükseltip öte yandan doyumu imkansızlaştırarak. Koca kıtayı iki gün üç gecede aşan ekspres tren bir mucize, ama train bleu'nün solmuş ihtişamını sunmuyor yolcuya. Pencereden sarkarak geride kalanlara el sallamak. bahşişleri güleryüzle kabullenenlerin gösterdiği ağırbaşlı ilgi, yemek saatlerinin seremonisi, başkalarından bir şey eksiltmeksizin sürekli ihsanlar alıyor, sürekli kayırılıyor olma duygusu: Yolculuğa o tuhaf şehvaniliğini veren bütün her şey, trenin kalkmasından önce platform boyunca gidip gelmeyi seven ve bugün en gözde otellerin fuayelerinde bile boşuna arayacağımız o zarif insanlarla birlikte tarih olmuştur. Tren kalkarken vagon basamaklarının içeri alınma zorunluluğu, en pahalı ekspresin yolcusuna bile, bir mahküm gibi demiryolu şirketinin katı kurallarına uymak zorunda olduğunu hissettirir. Şirket mutlaka biletin hesaplanmış değerinin tam karşılığını veriyordur ona; ama bunun içinde araçtırmayla saptanmış ortalama talebi aşan hiçbir şey yoktur. Kim, bütün bunlan bile bile, kafasına esip de sevgilisiyle eskiden olduğu gibi bir Paris-Nice yolculuğuna çıkmak ister? Öte yandan, ortalamadan ayrılan ve bunu açıkça ilan eden lükse bile gittikçe artan bir hesaplılığın, yapay bir gösteri öğesinin karıştığı kuşkusundan da kurtulamıyordur insan. Amaç, Veblen'in söylediği gibi, zenginlerin zaten gittikçe birörnekleşen ihtiyaçlarını karşılamaktan çok, statülerini hem kendilerine hem de başkalarına göstermektir. Kuşku yok, Chevrolet'den aradaki fiyat farkı kadar üstündür Cadillac; ama bu üstünlük, eski Rolls Royce'unkinden farklı olarak, seri imalat ürününün temel yapısında hiçbir şeyi değiştirmeden Cadillac'ı daha iyi Chevrolet'yi ise daha kötü silindirler, cıvatalar ve aksesuarlarla donatan genel bir plandan kaynaklanmaktadır: Bir Chevrolet'yi bir Cadillac'a dönüştürmek için üretim sürecinde bir iki küçük değişiklik yeterlidir. Böylece lüks de özünü yitirir. Çünkü evrensel değiştirilebilirlik ortamında mutluluk ancak değiştirilemeyecek şeye bağlanabilir. Hiçbir insanca çaba, hiçbir mantık zorlaması, göz alıcı elbisenin yirmi bin değil sadece bir kişi tarafından giyildiği gerçeğinden koparamaz mutluluğu. Nitel olanın ütopyası (farklılık ve eşsizlikleriyle yaygın mübadele ilişkisi içinde özümlenemeyecek şeyler) kapitalizmde ancak fetişist nesne ve davranışlarda bir sığınak bulabilir. Ama lüksün bu mutluluk vaadi de imtiyazı, ekonomik eşitsizliği, demek değiştirilebilirliğe dayalı bir toplumu varsaymaktadır. Böylece nitel de sayılabilir ve hesaplanabilir olanın özel bir haline indirgenmekte, satılmaz olan satılabilire, lüks de konfora ve sonunda anlamsız bir alete dönüşmektedir. Gericileri hop oturtup hop kaldıran o kitle toplumunun birömekleştirici eğilimi olmasaydı bile bu kısır döngü lüks ilkesinin sonunu getirirdi. Yararsızın tümüyle yarar ve kullanım alanına dahil edilmesi, lüksün iç yapısını da etkiler. Ondan geriye kalanlar, en kaliteli nesneler de olsalar, şimdiden çöpe benzemeye başlamışlardır. Zenginlerin evlerini tıka basa dolduran değerli şeyler müzeye kaldırılrnak için yalvarır gibidir; ama Valery'nin gördüğü gibi orada da heykel ve resmin anlamı imha edilmekte ve geriye anaları olan mimarlık kalmaktadır sadece: Onlara kendi yerlerini gösteren yapı. Ama onlarla hiçbir bağı olmayan kişilerin evinde zorla tutulduklan sürece, özel mülkiyetin şimdiki varoluş biçimiyle taban tabana zıt öğeler olarak kalırlar. Milyonerlerin çevrelerine doldurdukları antikalar için Birinci Dünya Savaşına kadar belki hala bir mazeret ileri sürülebilirdi: Burjuva evi düşüncesini, tümüyle parçalamaksızın, düş -ve karabasan- düzeyine yükseltiyorlardı. Daha sonra ele geçirilen Çin porselenleriyse kendi sahiplerine sadece keyifsizce tahammül etmektedirler- o sahipler ki, ancak lüksün dışarda bıraktığı açık hava ve ışıkta rahat hissediyorlardır kendilerini. Yeni nesnelliğin2 ürünü olan pratik lüks bir terim çelişkisidir; Hollywood patronlarının iç dekoratör olarak tuttuğu sahte Rus prenslerine bir geçim kaynağı sağlar ancak. Gelişmiş zevkin farklı noktalardan gelen çizgileri çilekeş bir yalınlıkta birleşir. Binbir Gece Masalları'nı okurken elmas ve yakut bolluğu karşısında başı dönen çocuk, başka şey almakta kullanılmayıp sadece biriktirildiklerine göre bütün bu taşlara sahip olmanın niye insanı böyle kendinden geçirdiğini merak ediyordu. Bu soru aydınlanmanın bütün diyalektiğini içerir. Mantıklı olduğu kadar mantıksızdır: idolleştirmeyi tanıdığı ölçüde mantıklı, kendi amacının karşısına dikildiği ölçüde mantıksız: Hiçbir otoriteye, hatta hiçbir niyet ve amaçlılığa hesap vermek zorunda olmadığı yerde varolabilir bu amaç: Fetişizm yoksa mutluluk da yoktur. Ne var ki çocuğun kuşkucu sorusu zamanla her türlü lüksü kapsayacak kadar yaygınlaşmıştır, yalın duyusal haz bile şimdi muaf değildir ondan. Yarara karşı yararsızın yanında yer alan estetik göze, amaçlardan şiddetle koparılmış bir estetik de anti-estetik olarak görünür; çünkü şiddettir dile getirdiği: Lüks, hunharlığa dönüşmektedir. Sonunda angaryaya dönüşecek veya karikatürde sürdürülecektir. Dehşet ortamında hala açılıp serpilebilen bir güzellik, kötü bir şaka olarak, hatta çirkinlik olarak görünür kendine. Uçup giden biçimiyle, dehşetten kaçınabileceğinin işaretidir yine de. Her çeşit sanat da bu paradokstan bir şeyler taşır; sanatın hala varlığını sürdürebilmesi aynı paradoksun bugünkü ifadesidir. Güzelliğin tutuklu ideası aynı anda mutluluğu hem reddetmekte hem de öne sürmektedir.

Hiç yorum yok: